Aylar sonra belki de yıllar sonra istediğiniz o mucizevi olay gerçekleşti ve hamile kaldınız. Ama mutluluğunuz yaşadığınız “nedeni bilinmeyen bir şekilde” düşükle sonuçlandı. Haliyle kendinizi suçlamaya başladınız. İşte tam da bu noktada uzmanlar bu davranışın doğru olmadığını söylüyorlar. Aslında siz de farkındasınız ama bir suçlu arayışı içine girdiğinizden, olayın kendi bedeninizde gerçekleşmesinden, aradığınız suçluyu hemen “kendiniz” yapıyorsunuz yanlış olduğunu bilsenizde. Önce sakinleşin ve bir daha hamile kalabileceğinizi düşünün.
Anne olmak bir kadın için belki de en özel duygu olması sebebiyle çok büyük önem taşır. Toplumların kültürlerinde anneliğe ve anne olan kadınlara verilen değer, statü ve kutsallık duygusu temel olarak üremeyi ve insan neslinin devamını sağlaması bakımından son derece teşvik edici bir tutumdur. Hamileliğin, ne kadar kolay geçersede geçsin aslında ciddi anlamda fizyolojik ve psikolojik değişimler getirdiğini ve doğumdan sonra da farklı boyutlara ulaşmasıyla beraber önemli bir süreç olduğunu biliyoruz. Hamileliğin ardından kucağa alınacak minik bebek daha önceden kadın ve erkek olan rolleri bir anda anne-baba konumuna yükseltecek ve eşler bebekle beraber çoğalmanın ve aile olmanın keyfini ve mutluluğunu yaşayacaklardır. Bütün bu duygu durumlarıyla beraber hamilelik döneminin bitmesini beklerken bazen her şey tersine döner ve hamilelik beklenmedik biçimde düşükle sonlanabilir.
Hamilelerin % 10 ile % 25’inde düşük görülür!
Düşük, hamileliğin genellikle 20. haftadan önce kendiliğinden sona ermesi olarak tanımlanır ve hamilelerin % 10 ile % 25’inde düşük görülür. Aslında düşükleri vücudun bir seçimi, elemesi olarak görmek de mümkündür. Bazen sorunlu hamileliklerde annenin bedeni bu hamileliği sonlandırabilir. Ancak bazen ortada bir neden yokken ya da kaza, hastalık gibi beklenmedik durumlarda da düşük ortaya çıkabilir. Fizyolojik olarak sevimsiz ve sıkıntılı bir olaydır ama asıl sıkıntı psikolojik olarak yaşanır. Özellikle hamilelik süreci ne kadar ilerlemişse eşlerin yaşayacağı stres, hayal kırıklığı ve üzüntü o kadar yoğun olacaktır. Hamileliğin ilk haftalarında yaşanan düşükler de çok üzücüdür ama henüz tam olarak oluşmamış bir bebek olması nedeniyle genellikle daha kolay atlatılırlar. Ancak uzun tedaviler ve uğraşlar sonucu elde edilmiş bir hamileliğin ilk günü dahi olsa kaybedilen bir bebek, anne-baba adayı için oldukça kötü bir deneyimdir ve hamileliğin ilerlemiş aşamalarındaki düşükler kadar can yakıcı olabilir. Ailenin yaşayan bir üyesini kaybetmiş kadar hüzünlü ve üzücü olarak algılanabilir.
Bebeğin doğmadan kaybedilmesi her iki eşi aynı şekilde üzüyor olsa da daha ağır duygusal çöküntüleri yaşayanların kadınlar olduğu unutulmamalıdır. Kadınlar başlarına gelen böylesi üzücü bir duygu durumunda kendi kendilerini sorguluyor, eleştiriyor ve suçluyorlar. Yeniden çocuğu olmayacağını düşünen, umutsuzluğa kapılan birçok kadın hemen önlem alınmazsa, travma sonrası stres bozukluğu ya da depresyon yaşamaya başlıyor.
Travma etkisi yaratabilir!
Anne adayının bin bir hayal kurduğu, doğmadan geleceği üzerine planlar yaptığı bebeğini kaybetmesi tam anlamıyla bir travma etkisi yapıyor. Düşük yaşayan her kadın az ya da çok sarsılıyor. Kimi kadınlar durumu daha çabuk atlatırlarken kimi kadınlar ağır psikolojik sorunlar yaşayabiliyorlar. Durumun boyutunu belirleyen pek çok farklı etken var aslında:
- Kıymetli bebek olarak tanımlanan ve aşılama ya da tüp bebek yöntemleri gibi tedaviler sonucu elde edilmiş hamileliklerde,
- Anne adayının kendi sağlık sorunları nedeniyle hamileliğe izin verilmemesi veya başka hamileliklerin riskli olması durumunda,
- Kadının ileri yaşta olması ya da tekrar hamilelik şansının düşük olması halinde,
- Aile içinde ve eşler arasında gergin, çatışmalı bir ilişkinin varlığında,
- Anne adayının depresyon geçirmiş olması ya da ruhsal bazı problemlerinin bulunması durumunda, yaşanan bir düşük halinde ortaya çıkan tepkinin dozu artabiliyor.
Kadınların bebeklerini kaybetmeleri, bazen eşler arasındaki ilişkiyi de olumsuz şekilde etkiliyor. Özellikle kendine dönük suçlayıcı, öfke dolu, acımasız eleştirilerde bulunan anne adayı, düşükten dolayı kendisini ve kendi bedenini o kadar çok sorumlu tutuyor ki eşini de kendisinden uzaklaştırıyor. Hiçbir teselliye ya da olumlu beklentiye izin vermiyor.
Yaşanan üzüntü nedeniyle ortaya çıkan stres ve depresif duygu durumu bazen aylarca sürebiliyor. Depresyon düzeyi, kadının yaşına, durumuna, hamilelik süresine bağlı olarak değişkenlik gösterse de kadınlar düşük nedeniyle son derece olumsuz etkileniyorlar ve eğer belirtileri ciddiye alıp, tedaviye başlamazlarsa, sorun giderek büyüyüp kronikleşebiliyor.
Bebeklerini kaybeden ve bu olay nedeniyle depresyon gibi psikolojik sorunlar yaşayan kadınların durumu incelendiğinde;
- Düşükten dolayı kendilerini suçladıkları,
- Duygusal dirençlerinin zayıf olduğu,
- Olaylara bakış açılarının olumsuz olduğu,
- Mücadele becerilerinin yetersiz olduğu,
- Genellikle ekonomik düzeylerinin ortalamanın altında kaldığı,
- Sosyal anlamda destek bulamadıkları,
- Düşükten sonraki bir yıl içinde yeniden hamile kalamadıkları görülmüştür.
Düşük sonrası kadının yaşadığı sorunlara karşı duyarlı bir çevre, sosyal ve psikolojik destek, ilgili bir eş depresyonun olumsuz etkilerini azaltmakta ve kadının hayata daha sıkı tutunmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle yoğun kaygı, öfke, suçluluk, özgüven kaybı gibi duygular azalmaya başlar ve kaybın kişiselleştirilmesi durumu hafifler.
Düşük sonrası en belirgin durum; yaşanan kaybın kişiye özelmiş gibi algılanmasıdır. Bu durum da zaten depresyonun ilk adımlarıdır. Dünyaya getirmeye hazırlandığı bebeğini kaybetmek, özellikle ilerleyen hamilelik dönemlerinde elbette son derece üzüntü verici bir durumdur. Normal olarak üzüntünün yaşanması gerekir ve bu dönem kısa süreli bir yas dönemi olmalıdır. Eğer aylarca süren bir üzüntü durumu yaşanıyorsa, profesyonel destek alınmalı, mutlaka tedavi yoluna gidilmelidir.
Anne adayı kendisine olan güvenini kaybedip, durumu tamamen kendi suçu ve sorumluluğu olarak görüyor!
Hamilelikler her zaman sağlıklı doğumla sonuçlanmıyor maalesef. Hatta birçok kadın hamile olduğunu bile anlamadan düşük yapıyor ve yaptığı düşüğü de fark etmiyor. Bu durum kadın vücudunun ve doğanın muhteşem bir dengesi aslında. Buna ‘doğal eleme’ deniyor. Genellikle bebeğin oluşumunda ve gelişiminde bir sorun olduğunda vücut normal dışı bir gelişim olması nedeniyle hamileliğin ilk haftalarında yanlış gelişen canlıyı yok ediyor. Birçok anne adayı durumu fark etmediği için herhangi bir psikolojik sorun da yaşamıyor. Kadın bedeni sonraki hamilelikler için hazırlanmaya devam ediyor. Düşükler sonrasında hem anneyi hem de yakın çevredeki bireyleri en zorlayan durumda bu oluyor. Anne adayı kendisine olan güvenini kaybedip, durumu tamamen kendi suçu ve sorumluluğu olarak görüyor. Olumsuz duygu durumlarının yol açtığı en önemli sorun tam bu noktada başlıyor. Bu kadar yoğun yaşanan düşük sonrası üzüntü durumu nedeniyle bilincinde olmadan, olası hamileliklerin de önü kesiliyor. Sıklıkla duyduğumuz ‘sebebi bilinmeyen’, herhangi bir fiziksel soruna dayanmayan kısırlıkların bir çoğunun ardında anne adayının yaşadığı stres faktörü etkili oluyor. Stres ve özgüven kaybı nedeniyle kadın bir daha çocuğu olmayacağı ya da tekrar düşük yapacağı endişesi yaşıyor. Bu endişe durumu yeni hamilelikleri engelleyebiliyor.
Dolayısıyla düşük, sevimsiz bir durum olmakla beraber, her kadını ve her hamilelik sürecini tehdit eden bir sorun. Olayı kişisel mesele olarak görmekten çok sadece duruma özgü ve herkesin başına gelebilen, pek çok kadının yaşadığı ortak bir sorun olarak görmekte fayda var.
Bu kaygıyla yaşamak ve hayatı zorlaştırmak yerine, önceden önlemleri almak ve olayın derinleşip kökleşmesine izin vermeden yardım almak en sağlıklı yoldur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder